Ulusal Kalkınma Stratejimiz Ne Olmalı?

Türkiye’nin AB ülkelerine coğrafi olarak yakın olması ve aynı zamanda da güçlü ekonomik ilişkileri nedeniyle, AB ülkelerinin teknoloji, hizmet ve innovasyon içerikli tedarikçisi olmak, görünen en olası ve de en akıllı stratejidir.

Türkiye’nin AB ülkelerine coğrafi olarak yakın olması ve aynı zamanda da güçlü ekonomik ilişkileri nedeniyle, AB ülkelerinin teknoloji, hizmet ve innovasyon içerikli tedarikçisi olmak, görünen en olası ve de en akıllı stratejidir.

 

Bunun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına kadar ‘Türkiye Nasıl Zenginleşir’ isimli kitabımda anlatmıştım.

Unutmayın: Hayatta en iyi erdem kişinin kendini bilmesidir.

Bugün sizlerle, ülkemizin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olabilmesi için şu andan itibaren nasıl bir ekonomik büyüme ve kalkınma stratejisi izlemesi gerektiğiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bu konuyu yazmamı teşvik eden unsur, dünyaca ünlü lüks tüketim markası Louis Vuitton’un CEO’su Yves Carcelle’in geçen Cuma gazetelerde yayınlanan harika demeciydi. Gazeteciler adama sormuşlar: “Türkiye’den dünya markası çıkması için ne yapılması lazım?”. Carcelle güzel bir cevap vermiş: “Türk markalarına tavsiyem 150 yıl beklesinler...Deneyim kazanmak zaman alıyor.” Cevapta biraz alaycı tavır yok değil, ama doğru söze ne denir? Adamcağız diyor ki, bizler ve bizim gibi dünya markaları bu işe bir veya bir buçuk asır önce başladık. O zaman dünya bu kadar büyük değildi, dünyada tüketim yapabilecek ülke sayısı bu kadar çok değildi, dünya bu kadar iç içe geçmiş değildi, birbirinin benzeri ürün bu kadar bol değildi, kaliteli olmak bu kadar kolay değildi, reklam mecrası bu kadar kalabalık değildi, bu mecralarda reklam verenler bu kadar fazla değildi, tüketiciler reklamlardan kaçar hale gelmiş değildi... Dünya markası olmak kolaydı. Peki, şimdi bunu yapmak mümkün mü? Bugün ABD’nin sadece Texas eyaletinde bile tek bir markanın bilinirliğini sağlamak 50 milyon dolara mal oluyor. Ama ülkede daha 49+1 eyalet var. Sadece ABD’de ‘bilinir’ bir marka olmak için ne kadar para harcamanız gerektiğini hesaplayın. Şimdi de kalkın dünyanın geri kalan ülkelerinde markanızı ‘bilinir’ hale getirmeye çalışın! Bizde kimden bu kadar para çıkar Allah aşkına? Louis Vuitton’un 2008 pazarlama harcaması 8.6 milyar dolar. P&G’nin yıllık pazarlama harcaması 8.7 milyar dolar (2009). Kim bunlarla baş edebilir? Bırakın pazarlama harcamasını, koca memlekette bu miktarda cirosu olan sadece tek bir şirketimiz var. Gördüğünüz gibi bu işler gazla olmuyor. İstediğiniz kadar gaz verin, Bursaspor’un mevcut haliyle Manchester’ı yenebilmesi mümkün olamıyor. Olamaz da. Unutmayın: Hayatta en iyi erdem kişinin kendini bilmesidir.

Türkiye ekonomisinin geleceği dünya markası çıkarmakta falan değildir, kaldı ki bu zaten çok zor ve gereksiz. Türkiye ekonomisinin geleceği yenilikçi servislerdedir, sanayidedir, teknolojidedir, innovasyondadır, tasarımdadır ve dünya çapında üretim hedefindedir. Ülkemizin 2023 yılına yönelik hedefine ulaşmayı istiyorsak, boş hayalleri tez zamanda bırakıp, ne yapmamız gerektiğine dair ciddi önerilere odaklanmamız gerekir.

Önerdiğim zenginleşme stratejisi

Benim tezim kısaca şu: Türkiye’nin toplumsal refahının artması, iç huzuru bulması ve uluslararası arenada hak ettiği gururlu yere erişmesi için zenginleşmesi şarttır.

Bugünlerde tüm dünyanın bize çektiği yağın sebebi, cıvıl cıvıl kaynayan bir ekonomiye sahip olduğumuzun artık herkesçe görülmesidir. O yüzden nasıl zenginleşeceğimiz konusunda artık net bir stratejiye, ciddi icraat planına ve toplumsal mutabakat ihtiyacımız var. Üstelik bunu rahatlıkla ve kısa zamanda başarabiliriz. Çünkü artık elimizde ciddi doneler var. Geçen hafta ilk kez TOBB Girişimcilik Kongresinde dinlediğim Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün konuşmasının arkasındaki vizyoner ve açık fikirli görüş ve zenginleşme konusuna kararlı yaklaşıma bakınca, böylesi bir stratejinin hayata geçirilmesinin mümkün olabileceği konusunda umut da var. Önerdiğim strateji, şekilde gördüğünüz ‘sacayak’ stratejisi.

1. Yeni Nesil Tedarikçi Ülke Olmak

Türkiye’nin AB ülkelerine coğrafi olarak yakın olması ve aynı zamanda da güçlü ekonomik ilişkileri nedeniyle, AB ülkelerinin teknoloji, hizmet ve innovasyon içerikli tedarikçisi olmak, görünen en olası ve de en akıllı stratejidir. Bizim kaliteli ve hızlı üretim becerilerimiz çok gelişmiştir ve neredeyse her sektörde AB şirketleri için üretim yapabilecek yetkinliğimiz vardır. Eksik yetkinliklerimiz de hızlandırılmış öğrenim programlarıyla geliştirilebilir ki bunun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına kadar ‘Türkiye Nasıl Zenginleşir’ isimli kitabımda anlatmıştım. AB ülkelerinin bundan sonraki dönemde kendi ülkelerinde üretim yapmaları, onların rekabetçilikleri açısından giderek daha zor hale gelmektedir. Hızlı termin olanakları olan ve onlar adına hem innovasyon, tasarım ve hem de kaliteli hızlı üretim yapabilecek ‘taşeron’ ortaklara ihtiyacı vardır. Bizim ülkemiz bu konuda çok cazip bir adaydır. Ancak önerdiğim bu “yeni nesil tedarikçilik” (outsourcing) sadece nihai ürünlerin, marka sahipleri tarafından en ince detayına kadar tasarlanmış halini en düşük fiyat bazında üretmek temeline dayanmıyor ve mevcut fasonculuk yapımızdan çok farklı.

Yeni nesil tedarikçilik dediğim şey, temeli innovasyona, tasarıma ve Ar-Ge’ye dayanan, “özgün tasarım imalatçısı” (original design manufacturer-ODM) özellikli bir ulusal tedarikçiliği içeriyor. Bizim geleceğimiz burada. Bu gelecek bizi teknoloji konusunda da güçlü bir ülke haline getirecek. Tedarikçilik ya da fasonculuk kavramlarını sakın ha kimse küçümsemesin: Dünya devi Accenture bir outsourcing şirketidir; keza dev Sodexo da öyle. IBM Business Services şirketi de tüm dünyada business ve teknoloji hizmetlerini sizin adınıza yapan bir ‘taşeron’ şirkettir. 190 bin kişi istihdam eder ve 58.8 milyar dolar ciro üretir. Tayvan bazlı Hon Hai şirketi global bir elektronik ODM (taşeron) şirketidir. Apple, HP, Nintendo, Nokia, Microsoft, Sony Ericsson markaları için fason olarak tasarım ve üretim yapar. 921 bin kişi istihdam eder ve 61.8 milyar dolar ciro yaratır. Dünyadaki notebook PC’lerle monitörlerin yüzde 82.6’sı Tayvan menşeli ODM şirketleri tarafından ‘fason’ olarak üretilmektedir (2006). Yeni nesil fasonculuktaki rakamların dev boyutlarını görebiliyor musunuz? Sizce bize ne lazım? Egomuzu okşayacak üç beş Türk markası mı, yoksa dev istihdam ve zenginlik fırsatları mı?

2. Yeni Girişimcilik

İki haftadır anlattığım tezim şu: Ülkemizde KOBİ-odaklı ve sektör ayrımı yapılmaksızın uygulanan girişimciliğin desteklenmesi, ne istihdama ne de ekonomik büyümeye tatminkâr bir katkı yapmıyor. Ülkenin istihdamına ve hızlı zenginleşmesine katkıda bulunacak çok farklı bir girişimcilik destekleme programı geliştirmemiz lazım. Bunun adı “Yeni Girişimcilik” ve tanımı şöyle: “İnnovasyona ve innovasyon sektörlerine odaklı olan, finansmanı da erişim hedefi de ‘küresel’ olan, bilim ve teknolojiyle evrensel pazarlama becerilerine dayalı bir girişimcilik.” Yani yeni bir kuruyemişçi ya da pimapenciye destek verilmemeli, destek, yeni teknoloji alanlarındaki yeni fikirlere dayanan, hızlı büyüme potansiyeli olan girişimci adaylarına odaklanmalı. Zenginlik buralarda.

3. Enerji Bağımsızlığı Politikası

2008 dünya finansal krizi, bizim gibi ülkeler açısından çok tehlikeli bir gelişimi unutturmaya başladı: Petrol fiyatlarının yükselme eğilimi. Astronomik boyutlara erişmiş olan petrol fiyatları krizle birlikte dibe vurdu. İki sene önce 150 dolarları görmüş olan petrol fiyatları birden ucuzlayınca, konu ekonomi basınımızın gündeminden düştü. Ama önümüzdeki yıllarda ulusal sanayileşme ve kalkınmayla ulusal bağımsızlıklar çok büyük ölçüde petrol ithalatına bağımlılığın derecesiyle ilgili olacak. Petrol ve doğalgaz fiyatlarıyla tedariği yine başımıza ciddi dert olacak. O nedenle bizim “sıfır petrol ithalatı” gibi başta uçuk görünebilen bir stratejik hedef koymamız şart. Sonra da bu hedefin içini doldurmak (şu anda boş). Ne kadarlık bir enerji üretimine ihtiyacımız olacak? Ne kadar destek verilecek? Hangi temiz enerji alanlarına yatırım önceliği verilecek? HES, rüzgâr, solar, elektrikli taşımacılık vb.

En yeni dünya markalarının ortak özelliği

Palavrayla marka olunmaz. Alınteriyle marka olunur. Zekâyla, Ar-Ge’yle, yenilikçilikle, farklılaşmayla, çarpıcı tasarımla, sıra dışı iş modeli geliştirmekle marka olunur.

Markalaşmak yerine tasarımcı-tedarikçiler çıkarmamız lazım...

L.V. CEO’sunun söylediği laf gerçekten manidar. Neden derseniz, bizim memlekette markalaşma yaygarası özellikle Louis Vuitton’a bakıp “Vay be, biz üç liraya üretip adama satıyoruz, adam bizim ürettiğimizi markası sayesinde üç bin liraya satıyor... Demek ki o zaman bizim de marka olmamız lazım” tespitinden yola çıkmıştır. Memlekette markalaşmak isteyen varsa hiç durmasın, markalaşsın. Tutan yok. Ama daha tek bir tane dünya markası bile çıkaramamış bir ülkede milletin hedefini ‘mevcut’ ürünlerin markalaşması gibi hamasi bir hayale yöneltmenin âlemi de yok. Çünkü bu durumda memlekete kötülük edersiniz.

Palavrayla marka olunmaz. Alınteriyle marka olunur. Zekâyla, Ar-Ge’yle, yenilikçilikle, farklılaşmayla, çarpıcı tasarımla, sıra dışı iş modeli geliştirmekle marka olunur. Bizim memleketten örneğin hazır-giyim alanında bir dünya markası kolay çıkmaz, çıkamaz. Ama harika tasarımcı-tedarikçiler (ODM) çıkabilir, çıkıyor. Bakın size yakın geçmişte dünyada gerçek dünya markası olmuş şirketlerden bazılarının ismini sayayım, ortak özelliklerini irdeleyin.

Google, iPod, iPhone, iPad, Blackberry, Facebook, Twitter, Amazon.com, Tata Nano (3.000 dolarlık otomobil), Nintendo Wii vb. Bunlar son 10 yıl içinde dünyayı alt üst etmiş markalar. Ortak noktaları, tüm dünya tüketicilerinin ‘karşılanmamış ihtiyaçlarını’ keşfedip bu ihtiyaçları gidermek üzere yepyeni ürünler, tasarımlar ve iş modelleri geliştirip piyasaya sürmüş olmaları. Bunların çoğu, örneğin Facebook, Twitter, Amazon, Google tek kuruşluk reklam bile yapmadan dünya markası olabilmiş şirketler. Hatta ve hatta ölmek üzere olan eski ‘dünya’ markası Apple’ı yeniden canlandıran en önemli şey iPod ürünü oldu. iPod’un (keza iPhone’un ve iPad’in) başarısı Apple’ın bir dünya markası olmasının sonucu değildir. Tam tersine, iPod, iPhone ve iPad gibi tüketici alışkanlıklarında devrim yaratan bu ürünler sayesinde Apple markası inanılmaz değerlendi. Zara ve H&M gibi görece yeni radikal markalara bakın. Bunlar da reklam yapmadan dünya markası oldular. Peki, ne yaptılar? Hızlı-moda denilen, dünyada hazır-giyimi kökünden değiştiren yenilikçi iş modeli geliştirdiler.

Şimdi sorayım sizlere: “Türkiye olarak şu ana dek gelişmiş olduğumuz (hazır-giyim gibi) geleneksel sektörlerde reklam, tanıtım ve yurtdışında mağaza açma yoluyla dünya markası olmayı mı hedeflemeliyiz? Yoksa yenilikçi sektörlerde çarpıcı iş modelleri geliştirmeyi ve yenilikçilik üstüne gelişecek bir ekonomik yapı kurmayı mı?” Yanıt açık ve bariz değil mi? Bugün 6 milyon nüfuslu kaotik İsrail, Better Place ve PillCam gibi dev yenilikçi markaları çıkarabiliyorsa biz neden bu alanlarda yüksek hedefler koymayalım? Neden ülkemizin geleceğini olur olmaz hayalperest hedeflerde arayalım da gerçekçi ve ayakları yere basan stratejiler oluşturmayalım? İşte bu saptamalardan yola çıkarak bugün sizlere (ve elbette hükümete) kendi geliştirmiş olduğum yandaki şu üçayaklı ekonomik kalkınma modelini önermek istiyorum. Bakalım ne düşüneceksiniz?

Kaynak: Prof.Dr.Arman Kırım / Türkiye Gazetesi

Bu içeriği 4.812 kişi okudu.
Kategori: Ulusal
« Önceki Haber

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor