Koronavirüs, Ekolojik Dönüşüm İçin Fırsat Sunuyor Olabilir mi?

Koronavirüs hepimizin hayatını alt üst etti… Hastalıkla ilgili endişeler, gelecekte ne olacağı konusundaki belirsizlikler sürerken, milyonlarca insan, yaşamında zorunlu bir sadeleşmeye gitmiş durumda. Detaylar haberimizde..

Koronavirüs hepimizin hayatını alt üst etti… Hastalıkla ilgili endişeler, gelecekte ne olacağı konusundaki belirsizlikler sürerken, milyonlarca insan, yaşamında zorunlu bir sadeleşmeye gitmiş durumda… Bu da bizi küresel ölçekte yeni bir dönüşümle karşı karşıya getiriyor: Üretim ve tüketim yöntemleriyle birlikte, sağlıktan eğitime pek çok alanda dönüşüm kaçınılmaz.

”Yaşam dönüşümdür” ilkesini rehber alan, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği olarak, koronavirüsün, insanlığa yaşattıklarıyla, doğa dostu üretim ve tüketim yöntemlerini benimseyerek, ekolojik yaşam alışkanlıklarının geliştirilmesi yönünde bir fırsat sunduğunu düşünüyoruz.

Evde kalıp bol bol düşünme ve araştırma olanağı bulduğumuz, sosyal medyada gezindiğimiz, arkadaşlarımızla yüz yüze olmasa da daha çok muhabbet etme fırsatı bulduğumuz bugünlerde hepimiz gerçek ihtiyaçlarımızın yeniden farkına varıyoruz: Beslenmek, barınmak, ısınmak, sosyal ihtiyaçlar…

Koronavirüs hayatımıza girmeden önce farkında olmadığımız problemlerle yüzleşmek zorunda kalıyoruz; değiştirmek konusunda adım atmayı ertelediğimiz meselelerin önemini kavrıyoruz: Sağlıklı beslenmenin et ya da yeşillik yemek demek olmadığının, temizliğin zeytinyağlı sabunla da olabileceğinin, hareket etmenin, temiz havanın, suyu idareli kullanmanın, paylaşmanın, dayanışmanın…

Gezegenimizin bize sonsuza kadar hizmet edecek bir ”kaynak” olmadığını, gezegende canlı cansız bütün varlıklar bir bütünün parçaları olduğumuzu ve diğer varlıklarla aramızdaki görünmez bağları yeniden kavrıyoruz.

Suyu fazla kullanırsak biteceğini, fazla giysimiz olmadan da yaşayabileceğimizi, tarımın ve gıda güvenliğinin önemini idrak ediyoruz.

Koronavirüs bir yandan bizi birbirimizden ayırırken diğer yandan da birbirimize ne kadar bağlı ve muhtaç olduğumuzu gösterdi. Zenginliğin maddiyat olmadığını, adalet ve aidiyetin ideolojilerden bağımsız olduğunu, farklılıklarımıza rağmen aynı amaca yönelebileceğimizi, rekabetin yerine işbirliğini koyabileceğimizi, uyum ve dayanışmanın önemini fark ettirdi.

Bazılarımız evlerinde kendini koruma altına alabilirken, sağlık, tarım, gıda, enerji, gıda, nakliye, güvenlik gibi sektörlerde çalışanlar milyonların ihtiyacı için risk almaya devam ediyor. Bu riskin farkındalığı, gereksiz ürün ve hizmet alımı talebinde bulunmama konusunda adım atarak, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirme konusunda neler yapabileceğimizi deneyimlememizi de sağlıyor.

Bu salgın elbette geçecek, ama bizi bekleyen daha ciddi sorunlar var. İklim krizi ve çevre kirliliği ve doğal varlıklara yönelik tahribat, önünde sonunda hepimizi, tüketimlerimizi azaltmaya ve yaşamımızı sadeleşme yönünde dönüşmeye zorlayacak.

Zenginlik ve para konusunda değerleri alt üst eden salgın, bize üretim ve tüketim yöntem ve alışkanlıklarımızı dönüştürmek üzere bir fırsat sundu. Hepimiz için gerçek ihtiyaçlarımızı gözden geçirmek ve ne kadar sadeleşebileceğimizi ölçmek için iyi bir zaman…

Yerel üretim ve yerel tüketimi destekleyin

Salgının ne kadar devam edeceğini, evlerimizde daha ne kadar kalacağımızı bilmiyoruz. Ancak bugün yaşadıklarımız bize sağlıklı gıdanın ve sağlıklı gıdaya erişimin ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Tarım zehirleriyle yetiştirilen gıdaların sağlığımıza etkileri konusunda bilgilenerek, karar vericileri ve politika yapıcıları uyarmalı; bizim, diğer türlerin ve gezegenimizin sağlığını gözeten doğa dostu yöntemlerin hayata geçirilmesi konusunda daha fazla çaba göstermeliyiz.

Kendi bölgemizdeki üretimlere doğrudan destek olarak ihtiyaçlarımızı çok uzak bölgelerden sağlamak yerine yerelden karşılayabilir, böylece ekolojik ve karbon ayak izimizi azaltabiliriz.

Yerel çeşitlerle doğa dostu üretim yapan küçük çiftçilerin gıda çeşitliliğinin ve güvenliğinin teminatı olduğunun farkındalığıyla, bölgesel ölçekte gıda üretim ve erişim organizayonlarını şimdiden tasarlamak, hem sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşmamızı hem de krizlere hazırlıklı olmamızı sağlayacak.

Sağlıklı beslenmeyi ihmal etmeyin

Dengeli beslenmek sadece yediklerimiz ve içtiklerimizle değil; neyi, nasıl, ne kadar yediğimizle ilgili. Soframıza gelen gıdalar ne kadar besleyici? Tarım kimyasallarıyla yetiştirilen gıdalar hem akut ve kronik hastalıklara hem de toprak ve su kirliliğine neden oluyor. Bu kimyasallar pek çok türün yok olmasına, dolayısıyla da gıdamızın geleceği için gereken genetik çeşitliliğin fakirleşmesine yol açıyor. Sağlığımızı korumak için ekolojik, doğa dostu ve yerel tohumlarla yetiştirilen ürünlerle beslenmemiz giderek daha fazla önem kazanıyor.

“Nasıl” sorusunun yanıtı için bir sonraki maddeye bakın.

Tarımsal üretim yöntemlerinin değişmesi için katılımcı olun

Gıda güvenliği için küçük aile çiftçilerinin önemi anlaşılsa da, artan girdi maliyetleri her geçen yıl daha fazla küçük çiftçinin kentlere göç ederek tüketici olmasına neden oluyor. Oysa tüketici olarak, girdi maliyetlerini azaltan, toprağı, suyu, biyoçeşitliliği ve sağlığımızı gözeten doğa dostu üretim yapan küçük çiftçiyi destekleyen üretim ve pazarlama modellerine destek olabiliriz. Ekolojik ve doğa dostu üretim yapan küçük çiftçiyi destekleyen politikaların hayata geçirilmesini talep edebilir ve kooperatifler, gıda toplulukları, ekolojik pazarlar, üretici pazarları ve topluluk destekli üretim gibi yöntemlerle, küçük çiftçinin refahını artıracak modellere katkı verebilir, gerektiğinde ortak olabilir; gıdamıza hep birlikte sahip çıkabiliriz.

Kırsalla ve üreticiyle bağ kurun

Doğa dostu üreten çiftçilerle doğrudan bağlantı kurarak, onların hazırladığı listelerden sipariş verebiliriz. Mutfak ihtiyacımızın bir bölümünü -çiftçiden edinebileceğimiz yerel tohumlar ya da enstitülerden alabileceğimiz standart tohumlarla- kendi bahçemizde, balkonumuzda ufak çaplı üretim yapabiliriz. Veya komşularımızla kent bostanları oluşturmak üzere yerel yönetimlerin de desteğini alıp -sosyal mesafeyi koruyarak- birarada üretebiliriz.

Kendiniz yapın

Evde ekmeğini, yoğurdunu, peynirini yapmaya başlayanlar bugünlerde hem gıda alışverişi için dışarıya az çıkmak durumunda kalıyor hem de daha iyi besleniyor. Başlamak için iyi bir fırsat.

Evde kompost yapın

Evde mutfak atıklarınızı değerlendirmenin ve dönüştürmenin tam zamanı. Daha once vakit bulamadığınız kompost yapma hayalinizi balkonunuzda, site bahçenizin bir köşesinde ya da mahalledeki parkın bir köşesinde gerçekleştirebilirsiniz. Hatta bunun için komşularınızı da örgütleyebilirsiniz. Sosyal mesafeye dikkat ederek, hep birlikte kompost yapmak mümkün.

Temizlerken kirletmeyin

Bu salgın hepimize deterjana gerek olmadığını, su ve sabunun yeterli olduğunu hatırlattı. Kimyasallarla yüklü deterjanların temizlerken bir yandan da sağlığımızı ve çevreyi nasıl kirlettiğinin de farkına varmamız gerekiyor. Astım ve koah gibi hastalıklara neden olan çamaşır suyu yerine sirke ve sabun kullanmak yeterli. Aynı zamanda suyu az kullanmak kadar -doğal döngüsünde kendi kendini yenileyebilmesi için- kimyasallarla kirletmeden kullanmamız gerekiyor.

Enerji kullanımını azaltın

Dünyada her yıl yaklaşık 7 milyon insan hava kirliliğinin neden olduğu sağlık sorunları nedeniyle ölüyor. Türkiye’de ise, her yıl 29 bin kişinin hava kirliliği nedeniyle öldüğü tahmin ediliyor. Tabii bunlar kayıtlara geçenler… Hava kirliliğinin en önemli nedeni ısınma, enerji üretiminde ve ulaşımda salınan fosil yakıtlar. Koronavirüs salgını nedeniyle ulaşımın ciddi ölçüde azalmasının hava kalitesine olumlu yansımaları oldu. Bu nedenle gerek ısınmada gerekse enerji kullanımında, gerekse ulaşımda yapacağımız tasarruflar ve topyekün alacağımız önlemler hava kirliliğinin önlenmesi için önem taşıyor.

Bilişimin ayak izini unutmayın

Sosyal medyada gezinirken, WhatsApp’tan mesaj atarken ya da Youtube’da video izlerken de gezegenin kaynaklarını tüketiyoruz. İnternetin enerji ve karbon ayakizi, sivil uçakların toplam ayakizini geçmek üzere. 2015 yılı verilerine göre, internetin 830 milyon ton CO2 açığa çıkardığını ve bu tüketimin yaklaşık 80 nükleer santralin gücüne eşit olduğunu göz önüne aldığımızda, günümüzde kat be kat artan tüketimin devasa boyutlarda bir enerjiye denk geldiğini söyleyebiliriz.

Sosyal medyayı ve iletişim araçlarını sıklıkla kullandığımız bugünlerde dahi bilişim ayak izimizi azaltmamız mümkün. Örneğin “tümünü yanıtla” yerine “yanıtla” tuşuna basabilir, gereksiz e-posta gruplarından çıkabilir, veriler için temiz enerjili bulut sunucularını kullanabilir, gereksiz yere mesajlaşmaktan kaçınabilir, kullanım dışı olduğunda fişi çekebiliriz.

Koruyucu sağlık

Koronavirüs salgını sağlığa bakışımızı da değiştirdi. Bedenimizin bir bütün olduğu, bağışıklık sistemimizin önemi ve beslenmenin bağışıklık sistemimiz üzerindeki etkisini bir kez daha kavradık. Sağlık sistemi sadece hastalıklarla ve hastalarla değil, insanları ve hayvanları sağlıklı tutmakla ilgili düzenlemelere ihtiyaç duyarken, her birimiz birey olarak ”yediklerimiz bizi doyuruyor mu yoksa besliyor mu”, ”hava kirliliğinin sağlığımıza etkileri ne”, ”iklim değişikliğinin sağlığımla ne ilgisi var” gibi soruların yanıtlarını arayarak, koruyucu sağlık konusunda adımlar atabiliriz.

Daha büyük krizlere hazır olmak

Koronavirüs salgını hızlandırılmış sorunlarla yüzleşmemizi sağlayarak, hepimize hayatımızı değiştirmemiz, kendi sağlığımızı, yaşam kalitemizi ve gezegenin sağlığını iyileştirmek için bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmezsek başka virüslerle birlikte iklim değişikliği ve çevre kirliliğinin yarattığı sorunlar kapımızda bekliyor.

Koronavirüsün neden olduğu sıkıntıların kökeninde, sağlık sisteminden yerleşim anlayışına, endüstriyel büyük çaplı hayvansal ve tarımsal üretimden tüketim kültürüne kadar, hakim düşünce ve davranış kalıpları yatıyor. Einstein’ın dediği gibi, ”Sorunları çözmeye çalışırken, o sorunları yaratırken kullandığımız düşünce yapısını kullanamayız.” Bugün canımızın derdine düşsek de birkaç ay sonra sokağa adım attığımızda, her şeyin eskisi gibi olması için değil, eskiden neleri yanlış yaptığımıza dair verileri ortaya koyup, yeni düşünce, davranış biçimleri oluşturmak ve alışkanlıklar geliştirmek için çabalamamız, ekosistem ile uyumlu üretim-tüketim modelleri ve yaşam tarzını hayata geçirmemiz gerekiyor.

Bugün evlerimize kapanabiliyoruz ancak yarın, uzmanların yıllardır uyarıda bulunduğu iklim değişikliklerinin neden olacağı kuraklık, göç ve hastalık gibi sorunlar karşısında ne ellerimizi yıkamak ne de eve kapanmak çare olacak. Virüsün geleceğini bilmiyorduk ama su ve toprak kirliliğinin, ormansızlaşmanın, biyolojik çeşitliliğe yönelik tahribatın, savaşların, iklim değişikliklerinin neden olacağı yıkımı biliyoruz. Bu yüzden enerjiden tarıma, sağlıktan eğitime, barınmadan ulaşıma kadar bütün gereksinimlerimiz konusunda gelecek kuşaklara karşı sorumlu politika ve stratejiler geliştirmeliyiz.

Harekete geçmek için mutlaka sokakta ya da ofiste olmak gerekmiyor. Evde de harekete geçebiliriz… Doğa dostu üretim ve tüketim yöntemlerini benimsemek için neler yapabileceğimizi gözden geçirebilir, kendi hayatımızda yapabileceğimiz değişikliklere dair planlar yapabilir, dostlarımızla konuşup tartışabilir, yeni toplulukların adımlarını atabilir, karar vericilere bu konularda harekete geçmeleri için çağrıda bulunabiliriz.

Yararlanabileceğiniz Kaynaklar

Haberimizi ekoloji dönüşüme değer veren girişimci okurlarımız başta olmak üzere tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor