Geçmişte Türkiye’nin gıda üretiminde kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu okullarda öğretilirdi. Bugün geçmişte ürettiğimiz birçok şeyi yeterince üretemiyoruz. Peki bunun nedenleri ve çözümleri nedir?
İnsanlar birçok şeyden fedakarlık edebilirler ama gıda olmazsa yaşayamazlar. Geçmişte Türkiye’nin gıda üretiminde kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu okullarda öğretilirdi. Bugün geçmişte ürettiğimiz birçok şeyi yeterince üretemiyoruz ve mercimek, fasulye, nohut gibi ürünler ithal ediliyor. Bunun temel nedenlerinden biri olarak çiftçinin tohum, mazot, gübre, ilaç gibi girdilerinin maliyeti ciddi şekilde artarken ürününe para kazanacağı bir fiyatı alamaması gösteriliyor.
Dışarıdan daha uygun fiyatlarla ithalat yapıldıkça da durum kötüleşiyor. Öte yandan üretici fiyatları ile tüketiciye ulaşan fiyatlar arasında önemli fark var. Burada da fatura toptancı ve marketlere çıkıyor. Çözüm ne?
Gıda Sürekliliğini Güvence Altına Almak
İronik olarak, tarım ürünleri ithalatı yapılan ülkeler arasında Kanada, ABD, Fransa, Danimarka, Almanya gibi ülkeler var. Teorik olarak bu ülkelerde maliyetlerin yüksek olması lazım. Buralardan ithal edilen ürünler arasında mercimek, pirinç, arpa, ve hatta pamuk, incir ve kayısı var. Türkiye’nin mercimekte Kanada’nın en büyük ikinci müşterisi olduğunu Kanada’lı kaynaklar söylüyor. Üstelik Kanada mercimek üretimine 1970’lerde başlamış ve şu anda dünyanın en büyük üreticisi haline gelmiş. İnsan neden bizim çiftçimiz değil de Kanada’lı çiftçi kazansın diye düşünmeden edemiyor. Gıda temel bir ihtiyaç olduğu için bir de gıda sürekliliğini güvence altına alma işi var ki bu da gıda bağımsızlığı ile ilgili çok ciddi bir konu.
Gıda tedarik zincirinde çiftçi, tarım işçisi, tüccar, toptancı, perakendeci, ve tüketici gibi aktörler var.
Tabi bunlara işlenmiş gıda üreten sanayicileri de katabiliriz. Ayrıca zincire destek veren nakliyeciler, depocular, bankalar, danışmanlar, araştırma kuruluşları, girdi üreticileri de var. Devletin kanun ve politika yapıcılığı da sektörün hayatiyetini etkiliyor. Buna bir de ekonominin genel durumu ve iklim şartlarını katarsanız ortaya kompleks bir yapı çıkıyor. Zincirdeki bütün oyuncular kendi payını aldıktan sonra da üreticiden 1TL’ye çıkan mal, tüketiciye 8TL’den ulaşıyor. Türkiye’de bir de Antalya’da üretip İstanbul’da tüketme gibi durumlar var ki dağıtım masrafları ve fireyi çok etkiliyor.
Dolayısıyla Türkiye için tarımda inovasyona başlanacak belki de en öncelikli yer İş Modeli İnovasyonu. Buna bu zincir üzerinde yapılacak işler de dahil, tarım girdi maliyetlerinin gözden geçirilmesi de, sektör-içi işbirliği modelleri de. Yani ekosistemin tamamına bakmak ve değer zincirinde işlerin nasıl yürüdüğünü detaylı bir şekilde ele almak şart. Devletin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’ne (TAGEM) de iş düşüyor, belli bir ürünü üreten çiftçilere de. Örneğin ABD’de her bir tarım ürününü üreten çiftçiler kooperatifleşerek örgütlenmiş durumdalar. Bir yandan yaratılan değerin çoğunu çiftçiler alırken, bir yandan da halk ucuza ürün yiyor. Bu kooperatiflerin ayrıca Pazar yapıcı bir rolü de var.
Şehir Ziraati ve Gıda Ormanları
İş Modeli dışında da tarımda birçok alan inovasyon potansiyeli taşıyor. Dünyada ve Türkiye’de tarım inovasyonu konusunda neler yapılıyor, bunlara hakim olarak işe başlamak en doğrusu. Örneğin, oldukça küçük toprak alanına sahip Hollanda bir tarım ülkesi! Hayvancılık, süt ve peynir üretiminde de çok iyiler. Bütün dünyaya çiçek satıyorlar. Yine bir ada ülkesi olan Singapur, bağımsızlığına kavuştuğu 1965’de kendi sebze ihtiyacının %60’ını, tavuk ihtiyacının %80’ini üretiyordu. 2016’da bir Çiftçilik Dönüşüm Planı oluşturarak konuyu dört başlıkta ele aldılar. Fiziksel Alan, İnovasyon, İnsan Geliştirme, ve Geniş Ekosistem. Şehir çevresinde küçük çiftlikler oluşturarak bunları gıda kültürü konusunda konaklanabilecek yerlere, cafelere çevirdiler.
ABD’den güzel bir örnek Permakültürün bir parçası olan Gıda Ormanları, yani orman içinde ağaçların arasında sebze yetiştirme. ABD’de “şehir ziraati” de önemli bir konu haline geldi. Geleneksel tarımın on katı ve sürekli ürün alınan LED aydınlatmalı dikey çiftlikler, mikro çiftlikler, toprakta değil suda üretim yapan hidroponik işletmeler yayılıyor. Dikey çiftlikleri bir fabrika binasında üst üste dizilmiş hatlarda topraksız ve ilaçsız sebze üretimi yapma olarak hayal edin. Şehir ziraatine bazı örnekler de İsrail’in en eski AVM’sinin çatısında yılda 10.000 yeşil sebze yetiştiren çiftlik ve İngiltere’de güneş enerjisiyle dönen sebze dönme dolabı. Eskiden İstanbul çevresinde şehri besleyen bostanlar vardı. Çengelköy semtinde salatalık yetişirdi. Şimdi betonlaşmaya yenildiler. Şehir ziraati herhalde 800km öteden kıvırcık salata taşımaktan iyidir.
Bunlara ek olarak açık arazide yapılan Akıllı Tarım Uygulamaları var. Arazi haritalanıyor, algoritmalar ile hangi bölgesine hangi bitkinin ekileceğine karar veriliyor, sensörler ve drone’lar ile izleniyor, kendini süren traktörlerle sürülüyor. Tarım inovasyonlarının başarısı teknoloji kadar kurumların ve çiftçilerin gelişmesine de bağlı.
Keiretsu Forum Türkiye Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Özgenç'in kaleme aldığı alıntı makalemizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.