İSO’nun 14. Sanayi Kongresi Yoğun Katılımla Yapıldı!

İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) “Yerli ama Evrensel, Bugün Ama Gelecek” ana temasıyla düzenlediği 14. Sanayi Kongresi, yoğun bir katılım ile Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Detaylar haberimizde..

İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) “Yerli ama Evrensel, Bugün Ama Gelecek” ana temasıyla düzenlediği 14. Sanayi Kongresi, yoğun bir katılım ile Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay ve İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen kongreye Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Hasan Büyükdede’nin yanı sıra İSO Meclis Başkan Yardımcıları Ayhan Yavrucu ve Serdar Urfalılar, İSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcıları Adnan Dalgakıran ve İrfan Özhamaratlı, Yönetim Kurulu Üyeleri Sadık Ayhan Saruhan (Sayman), Sultan Tepe, Bekir Yelken, Kemal Akar, Vehbi Canpolat, Cemal Keleş ve Mustafa Tacir, İSO Meclis Başkanlık Divanı Katip Üyesi Kemal Karabel'in yanısıra Meclis ve Meslek Komiteleri Üyeleri de yoğun bir katılım sergiledi.

Bahçıvan: “İthal Hayranlığı ile Yerli Fetişizmi Arasında Sıkışmanın Çaresi; Yerli Ama Evrensel”

Kongrenin açılış konuşmasını yapan İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Gölgesinde ‘yerelin’ ve ‘yerliliğin’ yeşeremediği globalizm artık sorgulanıyor. Üretimin dünyada ve Türkiye’de yeniden önemsendiği, unutulan yerlilik anlayışının hatırlandığı, doğru yola yeniden girildiği bir süreçteyiz. İnsanı odağına alan, bütünsel kalkınmaya dayalı, temelden ve kapsamlı bir dönüşümü hedeflemeliyiz. Bu üretim anlayışı, İSO olarak savunduğumuz yerli üretimin tanımıdır. Bu tanım, aynı zamanda ithal ürün hayranlığı ile yerli üretim fetişizmi arasında yaşadığımız sıkışmayı aşacak yöntemdir. Seksenlerin sonunda iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinden, 2008’deki küresel ekonomik krize kadar hep beraber uzun sürmüş çarpık bir küreselleşme sürecini dünyada yaşadık. Finansın öne çıktığı, üretimin geri plana itildiği bu dönemde küreselcilik yükselen değer olurken yerellik veya yerlilik bir kenara itilen kavramlar olarak itibarsızlaştırıldı ve adeta unutturuldu. Bugün artık üretimin dünya genelinde ve Türkiye’de yeniden önemsenmeye başladığı bir süreçteyiz. Gölgesinde “yerelin” ve “yerliliğin” pek yeşeremediği globalizm sorgulanıyor.

İstanbul Sanayi Odası olarak üretime dayalı ekonomiye önem verirken, çalışmalarımızı ve projelerimizi; Türkiye’nin güçlü bir endüstri ülkesi olması hedefiyle yürütüyoruz. Bu çalışmalar kapsamında, “Yerlisi varken, neden ithal edelim?” diyerek, yerli üretimi ve yerli ürün kullanımını desteklemek en öncelikli hedeflerimiz arasında.

Bizim kuşak çok iyi hatırlar. Türkiye’de bir zamanlar Yerli Malı Haftası vardı. Yerli üretim ve yerli malı kullanımı teşvik edilirdi. Her ne hikmetse bu anlayış az önce sözünü ettiğim çarpık küreselleşme sürecinde maalesef unutuldu. Dünyada rüzgar bugünlerde korumacılık ve ticaret savaşlarından yana eserken, unutulan bu anlayışın ülkemizde de yeniden hatırlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu destek ve cesaretlendirmeyi hep yapacağız. Çünkü, şunun altını burada bir kez daha çizmek isterim ki, ‘Ne kadar üretirsen o kadar güçlüsün.’ Evet, bu güç tanımlaması, dünyanın en önemli gerçeklerinin başında geliyor. Elbette ki sadece üretmek yetmiyor.

‘Nasıl bir üretim?’ sorusuna vereceğimiz yanıt da günümüzün acımasız rekabetçi dünyasında büyük bir önem taşıyor.” 

21. yüzyılın dünyasında ihtiyaç duyduğumuz üretim “Yüksek katma değerli, ileri teknolojiye dayalı, kaliteli, verimli, güvenli, çevreye duyarlı, dışa bağımlılığı azaltan, dünya standartlarına uygun” bir üretim. Böylesi bir üretim anlayışı, İstanbul Sanayi Odası olarak savunduğumuz yerli üretim tanımını da ortaya koyuyor. Bu tanım aynı zamanda ithal ürün hayranlığı ile yerli üretim fetişizmi arasında yaşadığımız sıkışmayı aşmaya yönelik yöntemi göstermesi açısından da çok önemli.

Yerlilik günümüzün yükselen değerleri arasında yer alırken İstanbul Sanayi Odası olarak, yerli üretimi ve yerli ürün alımını “yerel” ile “evrensel” arasındaki denge ve uyumunu gözeterek savunuyoruz. Milli olanın içe kapanmaya doğru dönüşmesi, evrensel olanın da yereli yutmaya doğru dönüşmesi gibi bir risk ve tehlike karşısında; her ikisini de içeren Küyerel veya Glokal şeklinde bir yaklaşımı savunuyoruz.

Dansta müziğe uymayanın ayağına basarlar. Yerli üretim bir dans ise; evrensel standart ve kalite ölçüleri de bu dansın müziğidir. Uzun sözün kısası: Yerli üretim dansını evrensel standart ve kalite ölçülerini içeren müzik eşliğinde yapmak günümüzün dünyasında artık hepimiz için artık bir zorunluluk.” 

Okyay: “Yaratıcılığın Bir Alışkanlık Olduğu Bir Ekosistem Oluşturmamız Gerekiyor”

İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay da 14. Sanayi Kongresi’nin açılış konuşmasında üretimin, ticaretin ve küreselleşmenin dinamiklerinin ve ekonominin yapısının da radikal bir biçimde değişmesiyle, küresel güç dengesinin de yeniden tesis edildiği bir dönemden geçtiğimizi söyledi. Tam da bu nedenle, küresel boyutta yeni bir “işletim sistemine” ihtiyaçları olduğunu aktaran Okyay, küreselleşme ile birlikte gelen karşılıklı bağımlılık kavramının dijitalleşme ile artan bir bağlantısallığa dönüştüğünü kaydetti. Okyay, hal böyle olunca, ekosistemin tüm ilişkilerinde paydaşlar arasında güven oluşturmak ve bunu sürdürebilmeyi başarmanın kritik önem taşıdığını vurguladı.

Dünyanın yeni teknolojilerle sadece kara deliğin fotoğrafını çekmekle kalmadığına dikkat çeken Okyay, kişiselleştirilmiş tıbba geçişten eklemeli imalatla uzayda yatırım yapmaya kadar bir dizi radikal gelişmenin coşkusunu yaşadığını belirtti. İnsanlığın bir tarafta büyük bir ilerleme kaydettiğine şahit olurken, diğer tarafta geleceği tehdit eden gelişmelerle karşı karşıya kaldıklarını ifade eden Okyay, deyim yerindeyse, bir “tezatlıklar çağı”nda yaşadıklarını dile getirdi. Okyay, yapılan araştırmaların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gençlerinin kendi ailelerinden daha yüksek bir hayat standardına sahip olacağına dair umutları olmadığını gösterdiğini hatırlattı.

Okyay, ülkemizde değiştirmemiz gereken temel sorun alanlarımızın başında her dört üniversite mezunundan birinin işsiz olması, memur olma hayaliyle 4,5 milyon gencin devlet kapısında beklemesi ve 21 milyon kadının evde oturması konularının geldiğini açıkladı. Bu ve benzeri derin toplumsal sorunları çözmek için eski yöntemleri bir kenara bırakmaları gerektiğine değinen Okyay, sadece iş yapış şekillerini değil bütünüyle kafa yapılarını değiştirmeleri gerektiğini anlattı.

Okyay, gelmiş oldukları bu noktada artık bildikleri, tanımladıkları çoğu zaman da sanayicilerin yaftalandığı mevcut kapitalist mantığın artık işlemediğini düşündüğünü ve gördüğünü söyledi. İş insanları olarak işlerinin ötesinde, toplumsal konularda kafa yormak, fikir üretmek ve iyiye doğru değişimi sağlamak gibi bir sorumlulukları olduğunu belirten Okyay, artık, “sahip olanlar” ve “olmayanlar” ayrımının ötesine geçmeleri gereken bir dönemde olduklarını kaydetti.

Okyay şöyle devam etti: “Peki, gelecek Türkiye’nin midir? Neden olmasın? Bunun da yolu Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı tehditleri toplumsal motivasyona dönüştürebilmesi, toplumsal fay hatlarını ortadan kaldırabilmesinden geçiyor. Bakınız, biz bir aydır İstanbul’da yerel seçim oylarını yeniden saymaya uğraşırken Çin 115 binden fazla patent başvurusunda bulundu. Bugün dünya dördüncü sanayi devrimi veya dijital dönüşüm sürecinden geçerken biz, bu endüstri devrimini de kaçırmamak için ve zor rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için tabiri caizse ‘kediye kanat takmak’ zorundayız. Aynı şeyleri yapmaya devam edip farklı sonuçlar beklemek mümkün değil. Sanayideki en büyük sorunumuz ortada: Teknoloji açığı. Bu açığı kapatabilmenin tek anahtarı da insan. Önümüzdeki dönemde, sahip olduğumuz en kıymetli kaynak sermaye değil; yetenek olacak. Beşeri sermayenin en iyi şekilde gelişmesi ve sanayinin geleceğini inşa etmesi için de uygun ekosistemin oluşturulması şart. Hiç şüphesiz, bu ekosistemin temelini iyi bir yatırım ortamı ve iş yapma kolaylığı oluşturuyor; ancak bunlar tek başına yeterli değil.”

Okyay, böyle bir ortamda, sanayinin ihtiyaç duyduğu yenilikçi fikirlerin gelişmesi ve esas sorunun “yetenek” oluşturma gerçeği gün gibi önlerinde dururken eğitimin de bugünün ve daha da önemlisi yarının ihtiyaçlarına göre dönüşmesinin, sürekli öğrenmenin önceliklendirilmesinin gerektiğini söyledi. Yaratıcılığın alışkanlık olduğu, inovasyonun rutin ve sürekli hale geldiği bir kültür ve bir ekosistem oluşturmaları gerektiğini belirten Okyay, dünyada kuralları yeniden tanımlanan sanayinin ülkemizde de güçlü bir şekilde var olmaya devam edebilmesi için hedeflerinin bu iklimi yaratmak olması gerektiğini ifade etti.

Güven Sak: “Kamuyu Şeffaflıkla Terbiye Etmemiz Gereken Bir Sürecin Başındayız”

Kongre’nin konuk konuşmacısı olarak kongre katılımcılarına “Dünyada Korumacılık Rüzgarı ve Küresel Rekabet Gücümüzün Geleceği” hakkında bir konuşma yapan TEPAV İcra Direktörü Prof. Dr. Güven Sak, toplantının son derece zamanlı olduğunu belirterek “Yerli ve Milli” kavramının bir slogan haline geldiğini ve artık kavramların içini doldurmanın zamanı olduğunu söyledi. Türkiye söz konusu olduğunda güne odaklanmamak gerektiğini belirten Sak, Türkiye için orta vadeli resme bakmakta fayda olduğunu kaydetti.

Dünyanın alt üst olduğu bir dönemde olduğunuzu ve kurala dayalı sistemimizdeki problemlerin Amerika’nın Irak’ı işgali ile başladığını anlatan Sak, siyasi amaçlarla mevcut kuralların sağa sola bükmesiyle başlayan sürecin iktisadi sistemlere yöneldiğini dile getirdi. Hızlı değişim diye bir şey olmadığını ve hızlı şekilde sihirli bir değneğin değmesiyle değişim olmadığını belirten Sak, böyle bir altüst oluş döneminde küresel pazarlık güçlerini korumaları gerektiğini ifade etti. Türkiye’nin küresel pazarlıktaki gücünün küresel rekabet gücü olduğunu vurgulayan Sak, Türkiye’nin öncelikle kendi konumunu tespit etmesi gerektiğini dile getirdi. Türkiye’nin Rusya ve Venezuela gibi doğal kaynakları olmadığını dolayısıyla sanayi ve üretime dayalı bir sistemi inşa etmek zorunda olduğunu belirten Sak, Çin gibi de olmadığını anlattı.

Türkiye’nin Çin gibi tasarruf fazlası olmadığını ve yabancı şirketlerin Çin’e teknoloji transferinin kolay olduğunu dile getirdi. Sak şöyle devam etti: “Biz orta büyüklükte bir ülkeyiz ve geniş pazar imkanı sunduğumuz için yabancılara bir imkan sağlıyoruz ama Türkiye’nin küresel bir pazarlık gücü yok. Biz küresel sistemin bir parçasıyız, rahmetli Özal döneminde dışa açılarak zenginleşebileceğimizi gördük. Küresel rekabet gücümüz açısından önce nerede olduğumuzu açıkça tespit etmeliyiz. Türkiye’de insanların yüzde 75’i şehirlerde yaşıyor. Dolayısıyla kırdan kente insanları getirdiğimizde insanların verimliliği, tarımdaki bir işten sanayiye veya hizmete getirdiğimizde yaklaşık 3 kat arttı. Türkiye’nin uzun dönemde büyümesinin temeli aslında oydu. Bu bizim yirminci yüzyıldaki büyüme stratejimizdi aslında. Artık sektör içi verimlilik artışlarını ve insanları daha verimli çalışmaya itecek adımları atmamız gerekiyordu. Tüm sektörlerdeki verimi artıracak bir teknolojik yönelme sürecine 21. yüzyılda daha kitlesel şekilde girmeyi başaramadık. Onu niye başaramadık, işte dış şartların da etkisiyle, dışarıdan hızlı borçlanarak büyüyebildiğimiz için. Kamuyu şeffaflıkla terbiye etmemiz gereken bir sürecin başındayız. Küresel rekabet gücü nasıl artırılır ve milli olarak güçlendirilebilir diye düşünüyorsak, asıl odaklanmamız gereken şey, bu serbestleşmeyi, şeffaflaşmayı nereden başlatmamız lazım diye düşünmektir. Türkiye geçtiğimiz elli yılda bir adım atmayı başarabilmiş ülkelerden bir tanesi. Bizden daha iyi performans gösteren Çin, Malezya, Hindistan gibi ülkeler var. Türkiye’nin Çin’den öğrenebileceği çok şey var ancak Çin’in yaptıklarının piyasa ekonomisine aykırı olmadığını düşünüyorum. Piyasa ekonomisini son derece başarılı şekilde kullanarak aslında bugünkü gelişmeyi sağladılar. Devletin bazı şirketlere ayrıcalıklar vermesinden bahsediyoruz. İstediği zaman da o ayrımcılığı geri alıyor. Sistem böyle tasarlandığında giderek katma değerin içinde bunların payı artıyorsa o zaman siz ağzınızla kuş tutsanız, dünyayla rekabet edebilecek malları üretemezsiniz. Serbestliğin diğer sektörlere doğru yayılması lazım. Aslında üretim sürecinin getirdiği bir sonuçtur bu. Türkiye’ye baktığımda ben bunların önemli olduğunu düşünüyorum. Yönetişim açısından baktığınızda, siyasi hukukun üstünlüğü açısından baktığınızda, iyi durumda değiliz tabi ama ben en önemli meselenin hizmetler sektörünün hala ağırlıklı kamunun elinde olmasından kaynaklanan bir problem olduğunu düşünüyorum. Şehirlerde yaşamı ucuzlatmak odaklı olarak yaklaşım biçimimizin değiştirilmesi lazım. Tarım Bakanlığı’nda kocaman bir yapı var. Ufacık bir sınıfı yönetmek için kocaman bir algoritma çalışıyor. Bunun değişmesi lazım. Tarım Bakanlığı söz konusu olduğunda da ana odağı köylerde yaşayanların gelirini belli bir düzeyde stabilize etme üzerine bir politika izleniyor. Bu 30’larda, 50’lerde, 70’lerde belki doğru olabilir ama şu anda doğru değil. Tarımda serbestleşmeye gidecek bir yaklaşımı düşünmemiz gerekiyor.”

“Küresel Rekabette Yerli ve Evrensel” Paneli Yapıldı

Sonrasında moderatörlüğünü Sabah gazetesi Ekonomi Müdürü Dr. Şeref Oğuz’un yaptığı Küresel Rekabette Yerli ve Evrensel başlıklı panelde LC Waikiki CEO’su Mustafa Küçük, İstanbul Bilgi Üniversitesi DTÖ Kürsüsü Profesörü, Uluslararası Ticaret ve Tahkim Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü Dr. Pınar Artıran, Konda Araştırma ve Danışmanlık Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve CNN Türk Program Yapımcısı, Yönetmen Güven İslamoğlu, görüşlerini katılımcılarla paylaştı.

Sabah gazetesi Ekonomi Müdürü Dr. Şeref Oğuz, panelde “İthal ürün hayranlığı ile yerli üretim fetişizmi arasında sıkışıp kalmış bir dönemde bu kongreyi yaptık. Neden bunu biz bu kadar önemsiyoruz? Çünkü kavramların içini boşaltma konusundaki istikrarımız, altını doldurmadığımız zaman bir bumeranga dönüşebilir. Örneğin sürdürülebilirlik kavramını kaytarılabilirlik anlamına getirdik. Burada yerli ve milli kavramlarını gerçekten yerli yerine oturtalım diye bir araya geldik” dedi. 

Mustafa Küçük: “Her Ülkenin İhtiyacına Uygun Ürünü Belirliyoruz”

“LC Waikiki’yi bu noktaya getiren beş iş stratejimiz vardı. Birincisi bizi buraya getiren en önemli şey 2000 yılında toptan bayi sisteminden perakendeye geçiş zamanlaması ve kararıydı. Zor bir karardı. 600 tane bayiyi bir anda göz ardı edip kendi mağazalarımızı açma kararıydı. Aslında ayırmak değil bağımsızlaştırmak kararıydı. İkincisi LC Waikiki kendi şirketlerimizde dünyanın neresinde üretiliyorsa, uygun ürün neyse ona odaklanan politikaydı. Üçüncüsü markanın büyüme politikasıydı, LC Waikiki’yi biraz halk bankası gibi bir yere konumlandırdık. Dördüncüsü sadece giyim sektöründe uzmanlaşma mantığımız önemli. Sadece bu sektörde kalacaktık. Beşincisi ise uluslararası pazarlarda gelişmiş ülkeleri değil gelişmekte olan ülkeleri seçmiştik. Bu beş strateji bizi buralara getirdi. Bunu sağlayan kültür, öğrenme gelişimini sağlayan alanlar neydi, bir tanesi hem çalışanların hem liderlerin anlam bulduğu güçlü bir iyi giyinme vizyonuna sahip olmak, bunu gerçekten yaşatıyor olmamızdı. Bir gelişim fırsatı olarak gördüklerimiz bizi gerçekten geliştirdi, sürekli öğrenmeye odaklandık. ‘Yap, uygula, sonucu kontrol et’ döngüsü bizi buraya getirdi. Aile şirketi olma riskine karşı ortaklıkları iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Bundan sonra bizi ileriye taşıyacak stratejiler nedir derseniz, gelişmekte olan ülkelere yöneldiğimiz için elimizdeki ürünü gönderen bir stratejisi varken şimdi her ülkenin ihtiyacına uygun ürünü belirleyip ona uygun ürün geliştirme stratejisine geçiyoruz. Buna bir tür fark avcılığı diyoruz.”

Dr. Pınar Artıran: “Dünya Sistemi Uluslararası Ticaret Kurallarıyla Oluşturuluyor”

“Dünya sistemi uluslararası ticaret kurallarıyla oluşturuluyor. Ülkelerin uluslararası piyasalarda serbest koşullarda yarışabilmesi için bir takım kurallar getirilmiş. Dış ticaret konusunda ABD ve Çin arasında müthiş bir mücadele var. Çin senelerce teknoloji transferi hırsızlığı yaptı; Çin’in 2030 yılında yapay zekada bir numara olmayı hedefleyen bir projesi var. Bundan dolayıdır ki ABD toplumunda var olan hissiyattan hareketle ABD Başkanı Donald Trump, hire American buy American, yani Amerikalı işe al, Amerikan malı al şeklinde bir kampanya başlattı. Yerli ve milli bir sanayiyi sağlarken küresel değer zinciriyle yaşadığımızı unutmamak gerekiyor. Amerikan başkanının çelik politikasından sonra birçok firma tepki gösterdi, Trump’ın Amerikalılaşma mottosunun maliyetlerini artırdığından şikayet ettiler. Uluslararası ticarette küresel tedarik birbirinin içine çok karıştı. Küresel ticaret ortamında yerli ve milli kurallarını devreye sokarken kendi canımızı yakmadan, daha masraflı hale getirmeden ve elbette ki dışarı bağlı yaşamadan bir hamle yapılması gerekir diye düşünüyorum.”

Bekir Ağırdır: “Türkiye’nin Özgün Bir Kimyası Var”

“Tüm bu çağ değişiminde Türkiye’nin özgün bir kimyası var. Türkiye çünkü batı toplumlarından farklı olarak bir yandan hala sanayi toplumu olmaya çalışıyor. Sanayi toplumu olmaya çalıştığının yanı sıra, bilgi toplumu olmaya da çalışıyoruz. Evrensel olacaksınız ve bu çoğulluk içinde demokratik olacaksınız da. Bizim insanımız siyasi sistem olarak demokrasinin dışında başka bir sistem bilmiyor. O nedenle toplumsal dönüşümü, hem demokratikleşmeyi hem küreselleşmeyi aynı anda yaşıyor. Türkiye’nin yapabileceği şey sarsıntıdan büzülerek değil gerçekten değişerek geçmektir. Başka da bir şansımız yoktur. Bu değişimin de hedefi bellidir. Küreselleşeceksiniz, demokratikleşeceksiniz, kalkınacaksınız ve toplumsal duruşunuzu sağlayacaksınız. Tüm bu bölünmüşlüğü ortadan kaldırarak ortak bir ütopya inşa edeceksiniz. Bu büyük hikayenin içinde sanayicilere söyleyebileceğim şey şudur: Meseleye bir de şu çerçeveden bakın, Türkiye insanına ve bu toprakların gelişimine inanmak, ortak kadere inanmak, kutuplaşmalara siyasetin şehvetine teslim olmadan, bu ülkenin ortak geleceğine, içindeki tüm farklılıkları ister etnik, ister dini ister siyasi tüm farklılıkları bir arada yaşayarak, yarın sabahki güneşe umutla uyanarak başlamamız önemli. En büyük maharetimiz Türkiye insanının da en büyük mahareti, belirsizlik altında iş yapma kapasitemiz. Son kırk yılda geldiğimiz yeri hiç küçümsemeyelim. Dünya Türkiyesiz yapamaz ama Türkiye de dünyasız yapamaz. Türkiye, Avrupa’nın taşrası mı olacak ya da etkili bir ülkesi mi olacak? Bunu başarmanın yolu kendi içimizdeki bazı şeyleri kurumsallaştırmak. En önemlisi de belirsizliklerle mücadeledir.”

Güven İslamoğlu: “Yerellik ve Yerlilik Derken Ben Tarihimizi Toprağımızı ve Suyumuzu Anlıyorum”

“Yerellik ve yerlilik derken ben tarihimizi toprağımızı ve suyumuzu anlıyorum. Öncelikle tarihimize sahip çıkmalıyız. Maalesef toprağımızın da suyumuzun da yok olduğuna şahit oluyorum. Buna karşın bizim vatandaşımız aslında ürettiği zaman uygun ortam bulduğunda satabiliyor. Zaten bunu başarmak gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Karaman’a gittiğimde Divle diye bir peynirimiz var. 35 metre aşağıda 250 metre uzunluğunda bir mağarada yapıyorlar. Ben bunu ekrana taşıdığımda Türkiye’nin rokforu dediler. Dedim hayır, rokfor değil bu Divle peyniri. Niye o rokforu buna yapıştırmamız gereksin ki? Çevre-doğa programı yapan birisi olarak aslında üzülüyorum. Suyun bol olduğunu düşünüyorsunuz ama o kadar da çok değil. Su bize ait bir şey değil, biz şu anda dinazorların içtiği suyu içiyoruz. Bu dünyaya ait olan bir şey ve biz bunun değerini bilmiyoruz. Bugün bu su burada olacak, başka bir gün başka bir yerde olacak. Dünya var olduğundan beri kirlenen nehirleri, denizleri gördüğümde çok üzülüyorum. Buna dikkat etmeliyiz. Zamanında çevre eğitimi konusunda sorun yaşadık belki ama hepiniz sanayicisiniz, belki binlerce çalışanınız var. Siz ne kadar çevreci olursanız arayı o kadar kapatırız diye düşünüyorum. O binlerce kişiyi bizim eğitmemiz zor ama sizler yapabilirsiniz. Çevreyi onlara anlatabilirsiniz. Sizler ne kadar çevreci olursanız, sizden emekli olan insanlar da o kadar çevreci olacaktır. En azından aradaki farkı kapatabiliriz diye düşünüyorum. Gerçekten kayıp bir nesil var, iş size düşüyor.”

Yerlilik Teması, Dört Eş Zamanlı Serbest Kürsü Çalıştaylarında Tartışıldı

Sonrasında yerlilik teması, tüm kongre davetlilerinin katılımına açık ve katılımcıların söz aldığı interaktif bir formatta dört eş zamanlı serbest kürsü çalıştaylarında tartışıldı. Hüsamettin Onanç ve Hakan Güldağ moderatörlüğünde “Yerlinin Tanımında Kurumsal Yapı ve İnsani Birikim”, Vahap Munyar ve Dr. Can Fuat Gürlesel’in moderatörlüğünde “Dünyada Yerel ve Evrenselin Yeniden Tarifi ve Türkiye için Çıkarımlar”, Prof. Dr. Ali Tayfun Atay ve Ali Çağatay’ın moderatörlüğünde “Yabancı Hayranlığı, Milliyetçilik ve Güven”, Prof. Dr. Uğur Batı ve Özlem Gürses’in moderatörlüğünde “Tüketimde Yeni Nesil Davranışlar” başlıklı çalıştaylar yapıldı. 14. Sanayi Kongresi’nde yapılan çalıştayların sonuçları gazeteci Özlem Gürses moderatörlüğünde yapılan panelde çalıştayları yönetenler tarafından açıklandı.

Yerlinin Tanımında Kurumsal Yapı Ve İnsanı Birikim

Hakan Güldağ: “Türk insanına güvenimiz tam. Yerlinin tanımında kurumsal yapı ve insani birikim başlıklı toplantımızda, bizim insanımıza güvenimizin tam olduğu ortaya çıktı. Sorun ekosistemden kaynaklandığı belirlendi. Yurt dışına giden bütün insanlarımız çok yetenekli olduğu ancak hayallerimizi artırmamız gerektiğine dikkat çekildi. Bu konuda ortam oluşturulması gerektiği vurgulandı. Şirketlerin, gençlerin hayallerini gerçekleştirebilmesi için alan açması gerektiği anlatıldı. Mutlaka var olanın korunması gerektiği düşüncesinden çıkarak; sanayi, meslek okulları ve üniversite üçgeninin oluşturulması gerektiği vurgulandı.”

Hüsamettin Onanç: “Birlikte çözüm üretmeliyiz. Sanayicinin ihtiyacı, üniversitenin birikimi, insan kaynağı ve bunları yöneten kamunun bir araya gelmesi gerekiyor. Birlikte çözüm üretme konusu tam burada çok önemli. Birlikte düşünüp çözüm üretmek zorundayız. İnsan hakları, adalet tam bu noktada çok önemli diye düşünüyorum. Bu konuda somut adımlar atılması gerekiyor.”

Dünyada Yerel ve Evrenselin Yeniden Tarifi ve Türkiye İçin Çıkarımlar

Can Fuat Gürlesel: “Türkiye’nin içine kapanma lüksü yok. Bugün yapılan toplantıda yerel ve evrensel tartışmaları yaparken yerel mi evrensel mi olalım diye düşündük. Katılımcılarımız kaynaklarının kısıtlı olduğu söylendi. Bu durumda Türkiye’nin içine kapanma lüksü olmadığı belirtildi. Sektörlerin seçimi için milli olalım dendi. Piyasa dinamikleri öne çıksın istendi. İster yerel ister evrensel olsun yatırım ortamının uygun olmadığı ortaya çıktı. Konjoktürel gelişmeler nedeniyle birçok gerekçe masaya yatırıldı. Yatırım yapacak sanayiciler açısından özellikle adalet, hukuk ve mevzuat konusunun altı çizildi.”

Vahap Munyar: “Yabancı yatırımcı için güven ortamı yaratılmalı. Yerlinin tanımında kurumsal yapı ve insani birik konulu toplantımızda, yatırımcı için ülkede güven ortamının önem arz ettiği ortaya çıktı. Bilindiği gibi bugünlerde Cezayir zor günler geçiriyor. Orda iki Türk yatırımcısı var. Bu yatırımcılarımız eminim Cezayir’de önümüzdeki günlerde ne yaşayacaklarına dair kara kara düşünüyorlardır. Ülkenin hukuksal olarak alt yatırımı iyi değil. Bu durum firmalarımızı epey zorluyor. Aynı şekilde yabancı yatırımcı da bizim ülkemizde benzer sıkıntıları yaşıyor. Yatırımcı için hukuksal alt yapı çok önemli. 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra binin üzerinde şirkete el konuldu. Bu durumu dışarıya iyi anlatamazsak, yabancı yatırımcı Türkiye’de hukukla ilgili bir sıkıntı olduğunu düşünebilir. Bugün yapılan toplantıda özellikle yabancı yatırımcı için hukukla ilgili güvenin çok önemli olduğu ortaya çıktı.”

Yabancı Hayranlığı, Milliyetçilik ve Güven

Ali Tayfun Atay: “Ne kadar yabancı hayranıysak o kadar milliyiz. Bugün yapılan toplantımızda yabancı hayranlığı ile yabancı düşmanlığının bir arada yürüdüğünü gördük. Ne kadar yabancı hayranıysak o kadar milliyiz diyebiliriz. Osmanlıdan başlayan modernleşme harekatıyla Batılaşma motivasyonu oluştu. Yine bu dönemde yabancı düşmanlığı görüldü. Osmanlı’dan Türkiye’ye geçiş sürecinde batı modernleşmesinde siyaseten yaşandı. Toplumsal düzende de görüldü. Kendini güvensiz hisseden kitlelerden yabancı düşmanlığı ortaya çıktı. Doğuculuk, batıcılık kavramı zamanla siyasi açıdan karşılık gördü. Millilik, muhafazakarlık bizim gibi görünse de tüm bu kavramların hepsi, yabancı ideolojilerdir. Yerlilik, yeryüzüne Türkiye’den bakabilmek, Türkiye’yi de yeryüzüne gösterebilmektir diye düşünüyorum.”

Tüketimde Yeni Nesil Davranışlar

Özlem Gürses: “Şahane bir işe imza atıldı. Bir sanayi kongresinde yine sanayici iş adamlarını sahneye çıkarmayı başarabildik. Bir north bilimci ve marka danışmanını çalıştaya katabildik. Bambaşka alanlardan insanlar bu kongrenin parçası olabildiler. Ve her Türk işinin etkinliğinin sonunda olduğu gibi şahane bir işe el attık. Kongre boyunca hiçbir eksikliğimiz olmadı. Umudu ve cesareti yayabildiysek kongre sayesinde yeni ufuklar açabildiysek ne mutlu bize.”

Uğur Batı: “Yumuşak güç olgusunu tekrar tanımlamalıyız. Bugün burada tüketici tanımlarını yaptık. Tüketici tanımlarını yaparken de söylediğimiz şey öznenin giderek merkezleştiği, kimliğin çoklu kimlikler olarak tekrardan tanımlandığı ve bunun mutlaka tüketici tarafına sirayet ettiği oldu. Yapılan toplantıda dünyanın sosyolojisinin zeminde kaybından dolayı, tüketim yapılarının yeni nesil tüketici davranışlarını litarütürün bile tanımlamasının zor olduğu bir safhadan geçtiğini öne koyduk. Tüketiciyi anlamak ve bu silsilede bir marka oluşumunu sağlayabilmek için nasıl kullanılabileceği meselesinden bahsettik. Sert uç dediğimiz, bir nevi ülkelerin topları silahları vs. gibi güçleri, aslında yumuşak güç dediğimiz olguyla ancak şekillenebilir. Bizim ülkemiz adına yumuşak güç dediğimiz konuyu tekrardan tanımlamamız gerektiği üzerinde durduk.”

İSO kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor