ATM’ler bankacılık sektörünün devrim inovasyonlarından bir tanesidir.Çalışan sayısını üçte bire indiren ve işlem kapasitesini de bir çırpıda ona katlayan bir yenilikten bahsediyoruz. Peki sektörler kendi ATM'lerini ne zaman üretecek? Detaylar haberimizde..
ATM’ler bankacılık sektörünün devrim inovasyonlarından bir tanesidir. Çalışan sayısını üçte bire indiren ve işlem kapasitesini de bir çırpıda ona katlayan bir yenilikten bahsediyoruz.
Aslında ATM’lerin yaptığı şey insan gücünü sıfırlamayı amaçlayarak yerine yüksek aklı geçirmiş olmasıdır.
Diğer sektörlerinde tıpkı ATM gibi devrim yeniliklere ve değişimlere ihtiyacı olduğu kesin.
Yani yapılan iş’e her türlü fiziksel katkı ve müdahaleyi sıfırlayıp yerine sofistike aklı yerleştirmek.
Bir yazarın dediği gibi “gelecek daha geniş fırsatlar potansiyelini kucaklayan, ama daha kısıtlı kaynakların gerçeklerini de kabul edip daha az ile daha fazlasını yapmaya olanak sağlayan yeni çözümleri bulanların olacak”
Bu gelişmeler emek değer sisteminden bilgi değer sistemine geçişi anlatmaktadır bize.
Her sektör kendi ATM’sini yani devrim yeniliğini yapmak için azami gayret göstermeli ve hareket biçimi olarak faydalar ortaya koyacak sorular sormalıdır:
- Müşteri için ayrıca hangi fonksiyonel faydaları geliştirebiliriz?
- Sektörde müşterilerin ilgileneceği başka fonksiyonel faydalar var mıdır?
- Her bir fonksiyonel faydanın müşteri açısından göreceli önemi nedir?
- Müşteriler bu fonksiyonel faydalara göre nasıl gruplandırılabilir?
- Fayda esası üzerine yeni müşteri tanımlamaları yapabilir miyim?
Piyasa işleyişleri keskin hatlara sahip. Kolay değil Ar-Ge faaliyetlerinin 3-4 yıl süreceği ve dördüncü yılda üretim ve yeni ürün gerçekleştirileceği var sayılmıştır. Belki de bu yüzden ülkemizde Ar-Ge’ye verilen önem çok düşük seviyelerde. Japonya’nın bir haftada başvurduğu patent sayısına ülke olarak biz bir yılda ancak ulaşabiliyoruz.
Bu sistemden çok aynı zamanda -ama daha çok- bir kültür meselesi. Malezya’da sokakta yürürken billboardlarda “inovasyon yapan firmanın inovatif ürününü şu mağazada bulabilirsiniz” tarzında reklamlara rastlayabilirsiniz. Tıpkı Güney Kore’de akşam haberlerinin ilk can alıcı olanlarının sadece ülke içinde yapılan yeniliklerden ve Güney Kore firmalarının dünya klasmanındaki başarılarından bahsedilmesi ve diğer konulara ise sonlara doğru geçilmesi gibi.
Kaldı ki bildiğimiz Ar-Ge anlayışı da bütün dünyada bir form değişikliğine uğramaktadır. Klasik Ar-Ge mantığında bir yeniliğin toplam maliyet içinde Ar-Ge’nin payı %10 olarak tahmin edilir.
Oysa saldırgan yenilik stratejisi izleyen işletmelerde bu payın %50’ye kadar yükseldiğini görüyoruz. Bu Ar-Ge’ye bambaşka bir formasyon yüklemek anlamına gelmektedir. Kendi halinde ilerleyen bir Ar-Ge sürecinden saldırgan, gerilla tarzı diyebileceğimiz bir Ar-Ge’ye geçiş.
Dünya “birinci liginde” yer alan ülkeler her türlü gelişmeyi çok yakından takip eden firmalardır. Kaldı ki başarılı yeniliklerin %75 bir müşteri ihtiyacının iyi takibi ve doğru algılanması sonucu doğmuştur
Yenilikçi düşünceler daha çok yeniliğin uygulanacağı sorunun içinde ve yakınında bulunan bireylerden doğar.
Bu konuda iş piyasalarının değişimi kadar üniversitelerin de bir değişiminden geçtiğini görüyoruz. Üniversitelerde nesil nesil çeşitli formel değişimlere uğramakta.
- Nesil, Eğitimci Üniversite dönemi
- Nesil, Araştırmacı Üniversite dönemi
- Nesil, Girişimci Üniversite dönemi
- Nesil, Trans Disipliner Üniversite dönemi. (tek disipline bağlı olmayan, bütün disiplinlerin ortak çalışması)
Bunlardan sonra ise “inovatif girişimci” üniversite dönemine geçilecek.
Artık üniversiteler “kapalı üniversite” döneminden “açık üniversite” dönemine doğru bir geçiş yaşıyor. Yani dünyanın bütün üniversitelerinin iç içe geçtiği bir sistem.
Bunlardan sonra “devlet-toplum-üniversite ve iş dünyası” birlikteliğinin sağlanacağı bir üniversite modeli ortaya çıkacak.
Bizim üniversitelerimiz acaba yukarıdaki skalanın neresinde diye bir soru geliyor insanın aklına. Bana sorarsanız daha 2. Nesil olan “araştırmacı üniversite” döneminde bile değiliz; geçme sancıları yaşıyoruz.
Dünya üniversiteleri ise 4. Nesil üniversite dönemini atlamak üzereler. Bir sıçrama yapmamız ve en azından üçüncü döneme acilen atlamak durumundayız. Birinci ligde olan bir ülke olmak için iş piyasaları ile harmanlanmış bir üniversite kurgusu şart.
2014 global inovasyon endeksine göre Türkiye inovasyonda 64. sırada bulunmaktadır.
Bu endekste İsviçre birinci, İsveç ikinci, Hollanda üçüncü ve Amerika dördüncü sırada yer alıyor.
Eğer önümüzdeki on yıl içinde dünya liginde yer alan ilk yirmi ülke içine giremezsek başımıza gelecek şey en iyimser yaklaşımla ilk yirmiye giren ülkelerin sistemlerini uygulayan bir ülke olacak olmamızdır. Yani ilk yirmi ülkenin işçisi olmak!