Uzun Ama Bir O Kadar da Etkileyici Başarı Hikayesi: Vakko!

“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi." diyor Vitali Hakko. VAKKO’nun İmparatoru Vitali Hakko Nasıl Başardı? İşte Vakko'nun başarı hikayesinin ilk bölümü haberimizde..

“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi.. Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi. VAKKO’nun İmparatoru Vitali Hakko Nasıl Başardı?

"Ama Ben Sıfırın Altından Başladım." VAKKO’nun İmparatoru Vitali Hakko Nasıl Başaradı?

“Yedi yaşımdaki çocuksu bir ticari girişimim başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ama bu başarısızlık bende öyle etkiler yarattı ki, omur, kişilik, güven, akıl, dürüstlük, beceri, başarı ve başarısızlık kavramlarını bu küçük olayı bir anda öğretivermişti bana. Evet, bu başarısızlıktan ders almıştım. Tüm ömrüm boyunca, sadece başarılardan değil, kendimin ve başkalarının başarısızlıklarından da ders almayı bildim. Benim girişimci ruhumu ilk keşfeden evimizin üsütünde oturan Aleko Efendi’dir. Kendisi anneme, “Bak Freda,” demiş, “sen bu çocuktan çok hayır göreceksin.” Annem bunu nereden çıkardığını sorduğunda. “Sen bakma, sineması yandı ama, bu yaşta bir sinemayı kurmayı düşünmesi her şeye bedeldir” demiş. Sevgili Aleko Amca! Seni yanıltmadığım için mutluyum. Herkesin, özellikle çocukların, gençlerin senin gibi insanlara ihtiyacı vardır. Bir başarısızlığı, bir anda başarıya çeviren sözcükleri ancak senin gibi iyi insanlar bulabilir.”

“… 1925 yılının baharında acı ve ızdırap dolu umutsuzluğun çöküşünü yaşadık. Babam sirkeci demiryolunda işçiydi. Bir gün perişan halde geldi eve. Annem sordu, “Hayırdır Bey, neden erken döndün?” babam nemli gözleriyle “İşten atıldım” dedi. Babamda bizleri geçindirecek bir kuruş dahi birikim yoktu. Çok sıkıntılar çektik. Sevgili Babam her iş dönüşünde evde beni “camın” diyerek bağrına basar. Kolları arasında havaya atıp tutardı. Babam işten atılmasına rağmen “ALLAH KERİMDİR” demişti. Ben parasızlıktan okulu bırakmak zorunda kalmıştım.”

Kısa Hayat Hikayesi

Vitali Hakko 1913’de İstanbul’un yoksul semti Yedikule’de doğmuş. Doğduğu yeri şimdi bile unutmamış. Hala hatıralarında olduğunu söylüyor:

“Eskiden kenar semtlerde bambaşka komşuluk anlayışı vardı. komşular arasında din, inanç, farkına bakılmaz, ahlaka, sohbete, tatlı dile, güler yüze bakılırdı. Oturduğumuz semt, İstanbul’un fakir semtlerinden biriydi. Ama bu yoksul semt, yaşamasının bilen, gönlü zengin insanlarla doluydu. Güzel havalarda, akşamları, yemekten sonra konu-komşu evin önlerine minder koyup tatlı sohbetler yaparlardı.”

Yoksulluğun ne olduğunu bilen Hakko, anne ve babasından gördüğü şefkat sayesinde iyi ve faydalı bir insan olarak yetiştiğini söylüyor. Geride kalan tatlı bir anı olan çocukluğunu şöyle anlatıyor:

“Babam akşamları işten erken dönerdi. Kapıya vardığında hep arka cebinde taşıdığı büyük demir anahtarı çıkarıp, sokak kapısın açarken “Korason” diye bağırırdı. Korasan İspanyolca “Corason” dan geliyor. “Canım” demektir. Babamın dilinde benim adım Corason’du, yani “Canım” Ben de her akşam aynı saatte, evde olmaya özen gösterirdim. Babamı gördüm mü koşup kendimi kollarına atardım. Babam beni kollarının arasında sıkar, sonra birkaç kez havaya atıp tutardı. Mutluluk benim için işte o andı. Biraz dinlendikten sonra üstünü değiştirirdi babam”

Babasının çok çalışkan insan olduğunu söylüyor Vitali Hakko. İşten gelir gelmez evin bir köşesinde çekiç, kerpeten , testere gibi marangoz aletleri bulundurduğunu, bunlarla ihtiyaç duyulan masa, sandalye, dolap gibi eşyalar yaptığı ifade ediyor. Bir gün kendisine de tahtalardan oyuncak yaptığını şu cümlelerle anlatıyor.

“Günün birinde içine dört kişinin sığabileceği büyüklükte garip bir sanduka yaptı. Sandukanın yüksekliği, çocuk hafızamda beni yanıltmıyorsa kırk santimetre kadardı. Ön tarafında bir boruya tutturulmuş bir direksiyon, aşağıda, ayakların eriştiği yerde de pedallar vardı. pedallar sandukanın dört bir ucuna yerleştirilmiş tekerlekleri döndürüyor, böylece sanduka yavaş yavaş yol alıyordu.

Birkaç hafta süren uzun bir uğraştan sonra ortaya çıkan bu garip aletin çevresinde tüm aileyi toplayan babam, bana dönüp, “Bunu senin için yaptım Korason” dedi. “Şimdi gir içine otur ve korkmadan pedallara bas.”

Hemen büyük bir merak, aynı zamanda korkuyla, sandukanın içine girip oturdum. Bir an tereddüt ettim. Ama babamın teşvik edici bakışları, ayaklarımın pedalları bulmasına ve çevirmesine yetti. Ve… olağanüstü bir şey oldu. bu koca şey hareket etti… yürümeye başladı.

O yürüdükçe ben daha hızlı çeviriyordum pedalları. Alkışlar arasında bahçe duvarına toslayınca durduk.

O yaz boyunca, kardeşlerimi, ama özellikle komşu kızı Despina’yı yanıma oturtup, bahçede turlar atıp durdum.

Hayatımda çok otomobilim oldu. ama bu ilk pedal! Tahta arabamı unutamam.”

Vitali Hakko Annesi Freda, Ablası Bela ve kardeşi Albert ve babasıyla birlikte yaşamalarını başarıya giden yolda coşku içerisinde geçirmişlerdir. Babasının demiryolundaki işinden atıldığında yılmadığını ve “Portmanto” adı verilen askılıkları ilk defa babasının ürettiğini ve isimlendirdiği vurgulayarak şunları söylüyor.

“Babam hobi olarak gördüğü marangozluğa şimdi işi gibi bakıyor. Tezgahının önünde, kendi kendine yeni bir şey icat etmişti. Arada bir bana da çıraklık görevi veriyordu. Kilo ile kereste alıyor, elindeki aletlerle ve artık edinmiş olduğu maharet derecesindeki ustalığıyla, bu kerestelerden dümdüz parçalar kesiyor etrafını korniş şekline getiriyordu. Bu parçaları rendeledikten sonra zımparalıyordu. Öylesine ki, avucumu yüzeylerinde gezdirdiğimde cilalı mermermiş hissine kapılırdım. Babam, bu ayna gibi dümdüz tahtaları daha sonra ispirto ve çeşitli boyalarla boyayıp verniklerdi. Tüm bu işlemler saatler alırdı. Sonuca vardığını, tahtayı havaya kaldırıp bir gözünü kapayıp ışıkta inceledikten sonra, yüzünde oluşan memnuniyet ifadesinden anlardım. Babamın yanındaki çıraklık günlerimde, kendisinden marangozluğu öğrenemedim; ama sabrı, mükemmeliyet duygusunu ve insanın yaptığı iş ne olursa olsun, onu en iyi şekilde yapması gerektiğini öğrendim. İyi meslek, kötü meslek diye bir şeyin olmadığını kavradım. Her meslek iyiydi, eğer ona hakkını verir, gereğini yerine getirirsen işini seversin. Babam böylece, işinden atıldıktan sonra yepyeni bir meslek edinmişti. Bu yeni işine öylesine saygısı vardı ki, en ufak kusurunu gördüğü ya da tam düzgün olmayan parçaları defolu damgası ile stoğa ayırırdı. Tam not verdiği mükemmellikteki parçalardan 60 santimetre boyundaki dört; 80 santimetrelikleri de altı adet S şeklinde kendi imalatı çengellerle tuttururdu. Böylece ortaya çıkan nesneye “portmanto” adını vermişti.”

Hayata Atılmak

Duygularının ta derinliğinde başarı çanlarının sık sık sesini hissettiğini ifade eden Vitali Hakko yapmak istediğini yapmış, istediği seviyeye gelmişti. Ama bu o kadar kolay olmamıştı. Sürekli kendisiyle iç hesaplaşma içerisine giren Vakko’nun patronu bunu şu duygularla ifade ediyor.

“Yeni bir hayatın önünde duyuyordum kendimi. Aşamayacağım hiçbir engel yoktu. Boyum kısaydı, evet, ama hayata meydan okumaya hazırdım. İlk aşamada hayata meydan okumadım. Onu yedeğime almak istedim. Bir takım, başarıya ulaştıracak yolda kararlar aldım. İlkin bir iş bulup çalışmam gerekiyordu. Çünkü aile bütçesine katkıda bulunmazsam kendimi bir suçlu gibi duyacaktım. Maddi nedenlere yarıda bırakmak zorunda kaldığım öğrenimime devam etmem, bu şartlarda hiç kuşkusuz zordu. Ama kendimi yetiştirerek bunu telafi edebilirdim. Çok geçmeden Mahmutpaşa’da kendime bir iş buldum. Böylece çocukluğuma kesinkes “Elveda” dedim.

İş hayatına ilk adımımı attım. Ben işe başladıktan kısa bir süre sonra babam evden ayrıldı. Bir arkadaşıyla Ayancık’ta iş bulmuş, bavulunu hazırladı, bizleri teker teker kucakları, vedalaştık ve gitti. Uzaklardan mektup yazıyor bize para gönderiyordu. Ama yetmediği için ben de işe girmiştim.”

Babalarının yokluğunu çok çektiklerini söyleyen Hakko, güç yaşama koşullarına rağmen içindeki sese kulak verip, tek hazinesi olan coşkusunu kaybetmemiştir. Bu coşku onun şu ifadelerinden anlaşılmaktadır:

“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi. “Ekmek aslanın ağzında” derlerdi. Ya gücünle, ya aklını kullanarak alacaktın ekmeği aslanın ağzından. Zaman bir çok şeyi silip götürebilir. Ama her şeyi silip atamaz hafızadan. Hafızadan, dünle bugünü öylesine yakınlaştırır ki, şaşırır insan. “Tüm bunları ben yaşadım mı?” diye sorar insan.

Acılar İçinde Başaranlar 2/ Akis Kitap kaynaklı alıntı röportajımızın 1. bölümünü siz değerli okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Röportajın sonraki yazıları;

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor