Huzurlarınızda Vakko'nun Etkileyici Başarı Hikayesi! -5

“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi." diyor Vitali Hakko. İşte Vakko'nun başarı hikayesinin beşinci bölümü haberimizde..

“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi." diyor Vitali Hakko. İşte Vakko'nun başarı hikayesinin beşinci bölümü haberimizde..

Vakko’nun Patronundan Bir Tecrübe

“İşlerimizin iyi gittiğinin görünce, mağazamızın 200 metre kadar ötesinde bir ikinci mağaza açalım dedim. Aramıza, eniştem Rafael’in bir arkadaşını da ortak olarak açtığımız bu mağazada “Şen Şapka” gibi ürenler pazarlayacaktık.

Sümer adını verdiğimiz bu mağazanın ömrü, ne yazık ki bay oldu.

Çünkü ben ve Şen Şapka’daki arkadaşlarım, yeni açılan bu mağazada olduğumuzda, tüm müşteriler oraya geliyor. Biz Şen Şapka’dayken ise, herkes Şen Şapka’ya geliyordu. Kendi kendimize bir rakip yaratmak istemiş, ama başarılı olamamıştık.

Bu tecrübe bana daha o zaman bir gerçeği gösterdi: Tüm gücünü bir noktada toplayacaksın. İyice gelişeceksin. Yeteneklerini, kapasiteni, insan gücünü, her şeyden önce yaratıcılığını ve zamanını yalnızca o işe vereceksin. Başarıya ancak o zaman ulaşılabilir ve ulaştıktan sonra da başarını sürdürebilirsin. Yaşadığım Sümer Mağazası olayı bana bir başka gerçeği daha gösterdi:

Başarıya giden yolda, insan faktörü birinci derecede önemlidir ve ondan daha önemli hiçbir şey yoktur.

O günlerde ve uzun yıllar boyunca müşteri ile ürün arasındaki ilişkiyi sağlayacak insanlara ihtiyaç vardı. ben, müşteri ile olan ilişkide kendimi çok mutlu duyardım. Bu ilişkimi, aradan geçen yıllar boyunca aksatmadım. Yalnız sosyal faaliyetlerimiz dolayısıyla değil, bugün hala mağazalarımızdan herhangi birine uğrayan müşterilerin davranışlarına dikkat ederim, onların ilgilerini, tepkilerin ölçmeye çalışırım. Hatta kendimi tutamayıp, çok defa onlarla, herhangi bir satıcı gibi konuşurum. Eleştirilerini alırım. Not ederim. Bunlar üzerinde düşünürüm. İşte, açtığımız ve 6 ay sonda da kapadığımız Sümer Mağazası bana bunları öğretmişti.”

Gelecek Güzel Günler

“Bu öylesine tatlı bir düştü ki kendimi şarlo’nun filmlerindeki naif kahraman gibi duyar, savaş sonrası yapacaklarımı tasarlar ve sonra derin bir uykuya dalardım. Sabah uyandığımda günün gerçekleriyle karşılaşırdım. Günün gerçekleri insanlardı. Karamsar, umutsuz, yarı aç, yarı tok, hayattan bıkmış insanlar.

Ben hayata “merhaba” bile dememiştim henüz. Ne doğru dürüst bir sevgilim olmuştu, ne de sıcak bir yuvam.

Hayır ne olursa olusun, hayat devam edecekti ve ben bu hayatın içinde olacaktım. Bu yeni hayatın içinde benim bir yerim vardı. buna inanıyordum. Ne olursa olsun, bugünlerin sona ereceğine, yepyeni günlerin başlayacağına inanıyordum. Bunu iliklerime kadar duyuyor ve arzu ediyordum.”

Böyle diyordu Vitali Hakko üçüncü defa askere alındığında. Çünkü II. Dünya Savaşı başlamıştı. Hitler bütün zalimliğiyle Yahudileri çoluk çocuk demeden katlediyordu. O sıralar Bay Hakko Karadeniz’e yakın yerlere asker olarak gönderiliyor. Hitler’in her an Türkiye’ye saldırısı konuşuluyor. Özellikle Kafkaslar’dan saldırma olasılığı var deniliyor. Tabi doğal olarak Musevi vatandaşlar duygusal bir ajitasyona giriyor. Çünkü o dönemde bütün dünyanın gözüne bakılarak Yahudiler kamplarda türlü eziyetler çekiyorlar. Minicik çocuklar anne-babalarından alınarak gaz odalarına götürülmüş, zavallı yaşlılar acınmadan katledilmişti. Sırf Yahudi oldukları için. II. Dünya Savaşı ve Hitler cehaletin son örnekleriydiler.

Vitali Hakko böylesi bir atmosferde askerken, 12 kişilik çadırlarda, 65 yaşında yaşlı bir musevinin askere alındığını söylüyor. Ve bir “güç” ten bahsediyor:

“Bizim çadırda 65 yaşında yaşlı bir Musevi vardı. geceleri, yatmadan önce sorardı:

“Çocuklar uyku duanızı ettiniz mi?” “ettik!” derdik.

Aramızda başını yastığa koyup bir daha kalkmayacağın sananların sayısı pek az değildi.”

Bir Anı

Milli Korunma Kanunu çıkmış, esnafa göz açtırılmıyor. 1940-1950 yılları arası. Küçücük bir ihbarda suçsuz esnafta soluğu tam yetkilerle donatılmış mahkeme heyetinin huzurunda alıyor. Böylesi bir ortamda Vitali Hakko da şikayet edilmekten nasibini alıyor:

“Soluğu olağanüstü yetiklerle donatılmış mahkeme heyetinin karşısında aldık. Mahkemede baş sanık Madam Emilia idi. Kendisi o günlerin Beyoğlu’sunun en ünlü modelistiydi. Türkçe’yi kendine has bir şivesiyle konuşurdu. Giyimi, kuşamı, konuşma tarzı ile çok hoş bir insandı.

Hakim elinde şapka, Madam Emilia’ya soruyor:

“Bu şapka bu fiyata olur mu? Siz milleti…”

Madam Emilia daha fazla bekleyemiyor:

“Eve geldiğimde annem endişeli gözlerle yüzme baktı. Ona bu olumsuzluğu belli etmedim. Yavaşça eğilip, kulağına varlık vergisiyle ilgili, “Kimseye bir şey söylemeyin, bizi unuttular” dedim.

Zavallı anneciğim yalancı oğluna inandı ve onun boynuna sarılıp gözyaşlarını akıttı. Daha da inandırıcı olmak için, “Bunu kutlamamız gerek” dedim.

“Yemekten sonra Beyoğlu’na bir sinemaya gidelim, güzel bir film varmış” gerçekten de yemeğimiz yiyip, güzelce giyindik ve Beyoğlu’na çıktık.

Filmin yarasında artık ben, ben değilim. Anneme söylediğim yana kendim de inanmıştım adeta.

İyimserlik iyidir. Kendi gücünüzü, olayları ve insanları doğru değerlendirdiğiniz sürece. Bu da insanın ayaklarının yere basması demektir ki, iyimserliğin yalnız bu gibi insanlar üzerinde olumlu, yapıcı bir rolü vardır. Her dramatik, hatta trajik olaydan insanoğlunun alacağı dersler vardır. Türkçe’de “insanlık öldü mü?” diye bir deyiş vardır. Benim bildiğim dillerde böyle bir başka deyiş yok.

Ben o karanlık savaş yıllarında, o varlık vergisi dramı sırasında, insanlığın ölmediğini gördüm. Bugün, bu satırları yazarken bile elim titriyor ve gözlerim yaşla doluyor.

Ankaralı bir Hacıbaba vardı. nur yüzlüydü. Allah nur içinde yatırsın. Para almak için Ankara’ya onun yanına gittim. Sadece şapka satan bir dükkanı vardı. “Duydum” dedi, “Allah büyüktür, üzülme”

Bana zarf verdi. sonra yanından ayrıldım. Zarfı yolda açtım baktım. Banknotlar. Gözyaşlarımı tutamadım. Evet, Hacıbaba gibi insanlar var olduğuna göre Allah büyüktü ve bu badireyi atlatacaktık. Hacı baba nur içinde yatsın.”

Acılar İçinde Başaranlar 2/ Akis Kitap kaynaklı alıntı röportajımızın 5. bölümünü tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Röportajın önceki yazıları;

Röportajın sonraki yazıları;

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor